Sie suchten nach: consist in something (Englisch - Türkisch)

you have to believe in something.
bir şeye inanmalısınız.

we find beauty in something done well.
İyi yapılmış bir şeyi güzel buluyoruz.

and we have it in something called an aeroshell.
aerokabuk dediğimiz bir şey içine koyacağız.

why did you choose to be involved in something like that?
neden bu tür programa dahil olmayı tercih ettiniz?

and so they pleaded with me to get a degree in something.
bana bir iş bulmam için yalvardılar

"serbia despises success, despises those who succeed in something.
"sırbistan başarıyı hor görüyor, bir şeyde başarılı olanları hor görüyor.

he waits three days, and then we towed in something called the eggmobile.
joel üç gün bekliyor. ve sonra yumurtamobil denen şeyi ağıla çekiyoruz.

it simulates what it is like to invest in something and to watch that investment pan out.
bir şeye yatırım yapıp yatırımın nasıl sonuçlanacağının simülasyonunu yapıyor.

and we can see world-changing values in something as humble as a cell phone.
ayrıca dünya değiştiren değerleri cep telefonu gibi basit bir şeyde görebiliriz.

now there is another kind of mirror neuron, which is involved in something quite different.
Şimdi başka bir çeşit ayna nöron daha var, biraz daha farklı birşeyle bağlantılı.

and if i -- if i'm not interested in something, i don't grasp it.
ve eğer bir şey ile ilgilenmiyorsam, anlamıyorum.

it's when i first got to know fish swimming in something other than lemon slices and butter.
balıkları ilk kez o zaman limon dilimleri ve tereyağ dışında birşeyin içinde yüzerken gördüm.

and what could i possibly have to say that would be distinguished enough to justify my participation in something like that?
böyle bir yerdeki katılımımı haklı kılacak yeterli bir farklılık için muhtemelen neyi söyleyebilirdim?

and it concludes in something that you see here, that you actually wouldn't expect as being the result of rationality.
ve burada gördüğünüz şekilde sonuçlanır, bir rasyonalite sonucu olduğunu düşünmeyeceğiniz bir biçimde.

i am banking on you and i'm banking on guys like herbie and quincy and hackett and richard and very decent people who still believe in something.
ben size yatırım yapıyorum, ve herbie, ve quincy ve hackett ve richard gibi adamlara yatırım yapıyorum, ve hala inancı olan tüm alçakgönüllü insanlara.

we have told you the stories of those towns: their messengers came to them with clear signs, but they were never going to believe in something they had already rejected.
bunlar, sana haberlerini aktardığımız toplumlardır. elçileri, onlara apaçık delillerle gitmişlerdi.

being a shy, little, skinny asian kid growing up in the silicon valley with low self-esteem, those guys made me believe in something bigger.
silikon vadisi'nde yetişen ufak tefek, sıska ve utangaç asyalı bir çocuk olarak, onlar beni daha iyi, büyük bir dünyanın varlığına inandırmışlardı.

and so, that's what led people like nancy etcoff, dan gilbert, mike csikszentmihalyi and myself to work in something i call positive psychology, which has three aims.
yani bu nancy etcoff, dan gilbert, mike csikszentmihalyi ve benim gibi insanları olumlu psikoloji diye adlandırdığım şey üzerinde çalışmaya itti, ki onun üç amacı var.

able to switch back and forth more easily would be a neat thing to be able to do -- easier to achieve the flow state, when you're totally immersed in something you are doing.
ileri ve geri geçiş yapabilmek daha kolay yapabilmek düzgün bir şey olacak- akış durumuna ulaşmak daha kolay sen tamamen bir şeye dalmış konumda iken yapıyorsan.

so it could be that the pathways that i've been talking about, which are set to run really quickly in the worm, have a different normal set point in something like a bird, so that a bird can live a lot longer.
hakkında konuştuğumuz bu yollar, ... ... solucanların gerçekten daha hızlı olması ... ... farklı hareket noktalarına sahip olmalarıdır, ... ... bir kuş gibi çok uzun yaşayabilir.