検索ワード: pişirmek (トルコ語 - 英語)

yemek pişirmek istemiyorum.
i don't want to cook.

canım yemek pişirmek istemedi.
i didn't feel like cooking.

tuz, yemek pişirmek için gereklidir.
salt is necessary for cooking.

mangal et pişirmek için bir yoldur.
barbecuing is one way to cook meat.

tom'un canı yemek pişirmek istemiyor.
tom doesn't feel like cooking.

bugün akşam yemeği pişirmek zorundayım.
i have to cook dinner today.

herkes için yemek pişirmek zorunda kalacak.
she will have to cook for everyone.

alabalık pişirmek için favori tarzın nedir?
what's your favorite way to cook trout?

jane bana yemek pişirmek isteyip istemediğimi sordu.
jane asked me if i would like to cook.

bu nedenle yemek pişirmek çok önemli bir teknoloji.
so cooking is a very important technology.

tek yapmanız gereken mikrodalgada pişirmek. daha iyi ne olabilir?
all you do is nuke it. what could be better?

tom, akşam yemeğinde pişirmek için biraz pahalı et satın aldı.
tom bought some expensive meat to cook for dinner.

bakın, yemek pişirmek aynı zamanda göç eden bir tür olmamızı sağladı.
now, cooking allowed also that we became a migrant species.

Çoğu kişi yağla yemek pişirmek yerine tereyağıyla yemek pişirmeyi tercih eder.
many people prefer to cook with butter instead of oil.

- fuar alanında yemek pişirmek, sanayi ve mutfak tipi tüplerin kullanımı yasaktır .
- it is prohibited to cook and use industrial and kitchen-type tubes in the fairground.

sonra şehire geri dönerek yemek pişirmek için yakıt olarak enerji sağlayacak doğal gaz üretiliyor.
and then it makes natural gas, which then goes back into the city to power the fuel for the cooking for the city.

yemek pişirmek, temizlik ve yıkanmak için gereken tüm su dışardan kovalarla taslarla içeri taşınmak zorundaydı.
all the water for cooking, cleaning and bathing had to be carried in buckets and pails in from the outside.

ama yapabildiği tek şey yemek pişirmek ve böylece köyüne gelen yürüyüşçü bir grup için yemek yapmaya başlıyor ve evinde yemek veriyor.
but what she can do is cook, and so she's begun to cook for some groups of walkers who come through the village and have a meal in her home.

stacy elinden geleni yapıyor, ama o da üçüncü nesil; ve evde veya okulda yemek pişirmek ona hiç öğrenmemiş.
stacy does her best, but she's third-generation as well; she was never taught to cook at home or in school.

bu esnada, kadınlar kitleler halinde işgücüne katılıyordu, ve yemek pişirmek açıkça, erkeklerin zahmeti paylaşmasını sağlayacak kadar önemli değildi.
at the same time, masses of women were entering the workforce, and cooking simply wasn't important enough for men to share the burden.