검색어: huzuni (스와힐리어 - 터키어)

basi nimeamua nisiwatembelee tena kuwatia huzuni.
size tekrar keder dolu bir ziyaret yapmamaya karar verdim.

heri walio na huzuni, maana watafarijiwa.
ne mutlu yaslı olanlara! Çünkü onlar teselli edilecekler.

basi wakamwokota watu wa firauni, aje kuwa adui kwao na huzuni.
firavun'un adamları onu almışlardı.

na macho yake yakawa meupe kwa huzuni aliyo kuwa akiizuia.
(acısını) yutkunuyor(açığa vurmamağa çalışıyor)du.

nataka kusema hivi: nina huzuni kubwa na maumivu yasiyopimika moyoni mwangu
yüreğimde büyük bir keder, dinmeyen bir acı var.

akawachukua petro na wana wawili wa zebedayo, akaanza kuwa na huzuni na mahangaiko.
petrus ile zebedinin iki oğlunu yanına aldı. kederlenmeye, ağır bir sıkıntı duymaya başlamıştı.

akasema: hakika mimi namshitakia mwenyezi mungu sikitiko langu na huzuni yangu.
(ya'kub:) ben sadece gam ve kederimi allah'a arzediyorum.

na waonye siku inayo kurubia, wakati nyoyo zitakapo fika kooni, nao wamejaa huzuni.
onları yaklaşan gün hakkında uyar, o zaman yürekler gırtlaklara dayanmıştır, yutkunurlar.

na watasema: alhamdulillahi, sifa njema zote ni za mwenyezi mungu aliye tuondolea huzuni zote.
(cennette şöyle) derler: bizden tasayı gideren allah'a hamdolsun.

yesu alipomwona analia, na wale wayahudi waliokuja pamoja naye wanalia pia, alijawa na huzuni na kufadhaika moyoni.
meryemin ve onunla gelen yahudilerin ağladığını gören İsanın ruhunu hüzün kapladı, yüreği sızladı.

akawauliza, "mnazungumza nini huku mnatembea?" nao wakasimama kimya, nyuso zao wamezikunja kwa huzuni.
İsa, ‹‹yolda birbirinizle ne tartışıp duruyorsunuz?›› dedi. Üzgün bir halde, oldukları yerde durdular.

basi wakamwokota watu wa firauni, aje kuwa adui kwao na huzuni. hakika firauni na hamana na majeshi yao walikuwa wenye makosa.
firavun'un ailesi onu, kendilerine ileride bir düşman ve başlarına bir dert olması için ırmakta bulup yanlarına aldılar.doğrusu firavun da, haman da, askerleri de yanılıyorlardı.

ndugu, twataka mjue ukweli kuhusu wale ambao wamekwisha fariki dunia, ili msipatwe na huzuni kama watu wengine wasio na matumaini.
kardeşler, umudu olmayan öbür insanlar gibi kederlenmemeniz için, gözlerini yaşama kapamış olanlar konusunda bilgisiz kalmanızı istemiyoruz.

akasema: hakika mimi namshitakia mwenyezi mungu sikitiko langu na huzuni yangu. na ninajua kwa mwenyezi mungu msiyo yajua nyinyi.
"ben kahrımı ve tasamı ancak allah'a şikayet ederim, sizin bilmediğinizi allah'tan biliyorum," dedi.

na waonye siku inayo kurubia, wakati nyoyo zitakapo fika kooni, nao wamejaa huzuni. madhaalimu hawatakuwa na rafiki, wala mwombezi wa kuitikiwa.
ve onları, yaklaşmakta olan o günle korkut, o gün, korkudan yürekler, ağızlara gelir, gönüller, dertle dolar, zalimlere ne yardımı dokunacak bir dost bulunur, ne şefaati kabul edilecek bir şefaatçi.

naye akajitenga nao, na akasema: ah! masikini yusuf! na macho yake yakawa meupe kwa huzuni aliyo kuwa akiizuia.
onlardan yüz çevirdi, "ah yusuf'um ah!" diye sızlandı ve kederini içine gömmesi yüzünden gözlerine boz geldi.

"mnapofunga, msiwe na huzuni kama wanafiki. wao hukunja nyuso zao wapate kuonekana na watu kuwa wanafunga. nawaambieni hakika, hao wamekwisha pata tuzo lao.
‹‹oruç tuttuğunuz zaman, ikiyüzlüler gibi surat asmayın. onlar oruç tuttuklarını insanlara belli etmek için kendilerine perişan bir görünüm verirler. size doğrusunu söyleyeyim, onlar ödüllerini almışlardır.

na watasema: alhamdulillahi, sifa njema zote ni za mwenyezi mungu aliye tuondolea huzuni zote. hakika mola wetu mlezi bila ya shaka ni mwenye kusamehe, mwenye shukrani.
dediler ki: "bizden tasayı gideren allah'a hamdolsun, doğrusu rabbimiz çok bağışlayan, çok karşılık verendir."

lakini yule mtoza ushuru, akiwa amesimama kwa mbali bila hata kuinua macho yake mbinguni, ila tu akijipiga kifua kwa huzuni, alisema: ee mungu, unionee huruma mimi mwenye dhambi.
‹‹vergi görevlisi ise uzakta durdu, gözlerini göğe kaldırmak bile istemiyordu, ancak göğsünü döverek, ‹tanrım, ben günahkâra merhamet et› diyordu.

hapo akawatazama wote kwa hasira, akaona huzuni kwa sababu ya ugumu wa mioyo yao. kisha akamwambia huyo mtu, "nyosha mkono wako!" naye akaunyosha mkono wake, ukawa mzima tena.
İsa, çevresindekilere öfkeyle baktı. yüreklerinin duygusuzluğu onu kederlendirmişti. adama, ‹‹elini uzat!›› dedi. adam elini uzattı, eli yine sapasağlam oluverdi.