검색어: contending (영어 - 터키어)

they are contending for the prize.
onlar ödül için yarışıyorlar.

they will say while contending therein,
onlar orada (putlarıyle) çekişerek derler ki:

then lo! they became two parties contending.
[7,73-77; 11,61-68; 26,141-159]

and they, while contending therein, shall say:
onlar orada (putlarıyle) çekişerek derler ki:

these two contending groups contend concerning their lord.
İşte bunlar çekişen iki gruptur, rableri konusunda çekiştiler.

but thereat they became two groups contending with each other.
baktı ki onlar, birbiriyle çekişen iki bölük olmuşlar.

but they divided themselves into two factions contending with one another.
[7,73-77; 11,61-68; 26,141-159]

opposition members walked out before the vote, contending that nastase was violating the constitution.
muhalefet kanadı milletvekilleri nastase'nin anayasayı ihlal ettiğini öne sürerek oylamadan önce meclisi terk etti.

and hath the tidings of the contending parties reached thee, when they walled the apartment?
(ey muhammed!), sana davacıların haberi ulaştı mı? mabedin duvarına tırmanmışlardı.

so contend not concerning them except with an outward contending, and ask not any of them to pronounce concerning them.
bunun için, onlar hakkında, bu kısaca anlatılanın dışında, kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma.

ah! ye are those who fell to contending respecting that whereof ye had some knowledge, wherefore then should ye contend respecting that whereof ye have no knowledge!
haydi diyelim ki az çok bildiğiniz konularda tartışıyorsunuz. peki ne diye hakkında bilginiz olmayan hususlarda tartışıyorsunuz!

deputy prime minister zoran stavreski described the system as "worthwhile, sustainable and transparent", while contending "almost all european countries" already have it.
başbakan yardımcısı zoran stavreski sistemi "zahmete değer, sürdürülebilir ve şeffaf" olarak nitelendirirken, "neredeyse bütün avrupa ülkelerinin" buna zaten sahip olduğunu savundu.