Je was op zoek naar: have to plan well so we won't struggle (Engels - Turks)

and we have to duke it out every day, so we resort to politics.
bunlarla boğuşmak zorunda kalırız. ve haliyle çareyi politikada ararız.

so we have to ask why.
bu yüzden de biz "neden" diye sormalıyız.

so we don't have to make a dinosaur because we already have them.
yani aslında bir dinazor yaratmamıza gerek yok, çünkü zaten onlara sahibiz.

this train left aomori thirty minutes late, so we won't arrive at tokyo before noon, i'm afraid.
bu tren aomori'den yarım saat geç ayrıldı, böylece tokyo'ya korkarım öğleden önce ulaşamadık.

so we have to keep an eye on that.
bunun için de gözümüzü dört açmalıyız.

we'll be coming in at 12,000 miles per hour, and in seven minutes we have to stop and touch the surface very softly so we don't break that lander.
saate yaklaşık 12,000 mil hıza yaklaşacağız ve yedi dakikada durup yüzeye çok yumuşak bir şekilde dokunacağız böylelikle iniş takımlarına zarar vermemiş olacağız.

so we have to have a change in consciousness.
dolayısıyla, bilincimizde bir değişim yapmamız lazım.

so we can't use airbags. so we have to come up with another ingenious idea of how do we land it.
dolayısıyla, hava yastığı kullanamayız. bu nedenle inişle ilgili çok daha zekice bir fikirle geldik.

and so we have to enforce, but without force.
ve zorlamak zorundayız, zor kullanmadan.

so we don't have to assume these principles as separate metaphysical postulates.
. Öyleyse bu prensipleri ayrı, metafiziksel esaslar olarak varsaymak zorunda değiliz.

and so we have to figure out how they balance those two things.
o zaman, bu iki değişkeni nasıl dengelediklerini bulmak zorundayız.

so we don't even necessarily have to have direct contact with these organisms to have a very real impact on them.
yani bu organizmaları etkilememiz için onlarla direk temas halinde olmamız bile gerekmiyor.

so we have to have the ability to talk all the levels, to go to where they are.
yani bütün seviyelerle konuşma ve onların bulundukları yere ulaşabilme yetisine sahip olmalıyız.

that place is always crowded, but i reserved a table today, so we don't have to worry.
o yer her zaman kalabalıktır, ama bir masa rezervasyonu yaptım, endişelenmemeliyiz.

so we start to use the data we have to run a very simple calculation that's on all sorts of online calculators to get a sense of what the actual risk is.
burada, elimizdeki veriri çok basite bir hesaplamada kullanıyoruz, gerçek riski hesaplayan bir sürü online hesap makinaları var.

"we have to thank the sport that united us, so we can really enjoy the olympic games," bih olympic committee president milanko mucibabic said as the team embarked for athens.
bh olimpiyat komitesi başkanı milanko mucibabiç, takımı atina’ya gönderirken yaptığı konuşmada, “bizi birleştiren spora teşekkür etmeliyiz, bu sayede olimpiyat oyunlarının tadını gerçekten çıkaracağız,” dedi.

and so we, in the mixing process, have to develop the gluten, we have to activate the leaven or the yeast, and we have to essentially distribute all the ingredients evenly.
karıştırma sürecinde, glüteni oluşturmamız, mayayı etkinleştirmemiz ve tüm malzemeleri eşit olarak dağıtmamız gerekli.

so we have to wonder, if there is a multiverse, in some other patch of that multiverse, are there creatures?
o yüzden şunu merak etmeliyiz, eğer bir çoklu evren varsa, oranın başka bir yamasında yaratıklar var mıdır?

and so we have to understand not only why tech's important, where it's going, but also, very importantly, when -- the timing is everything.
ve teknolojinin sadece neden önemli olduğunu ve nereye doğru gittiğini değil, aynı zamanda, ne zaman gerçekleşeceğini de anlamak zorundayız ve bu çok önemli - zamanlama herşey demek.

because what we're trying to measure, the rna -- which is the readout from our genes -- is very labile, and so we have to move very quickly.
Çünkü ölçmeye çalıştığımız şey, yani rna -- genlerimizin çıktısı -- son derece kararsızdır, dolayısıyla hızlı hareket etmemiz gerekiyor.