From professional translators, enterprises, web pages and freely available translation repositories.
zwei jahre später essen kindern im süden von damaskus die krümel vom boden, denn sie hungern unter der belagerung.
İki yıl sonra, Şam'ın güney kısmındaki çocuklar kuşatma altında açlık içinde sokaklardaki kırıntıları yiyorlar.
vor zwei jahren stand ein palästinensischer freund von mir vor der universität damaskus und machte eine prognose bezüglich dessen, was passieren würde.
İki yıl önce, filistinli bir arkadaş Şam Üniversitesinin dışında durdu ve gelecek olaylarla ilgili öngörülerini açıkladı.
mörsergranaten fallen auf die innenstadt von damaskus, möglicherweise abgefeuert von rebellen, die keine ahnung haben, was sie da eigentlich tun.
Şam'ın merkezine, muhtemelen ne yaptıkları hakkında fikri olmayan isyancılar tarafından havan mermileri düşürülüyor.
aber der herr sprach zu ihm: gehe wiederum deines weges durch die wüste gen damaskus und gehe hinein und salbe hasael zum könig über syrien,
rab, ‹‹geldiğin yoldan geri dön, Şam yakınındaki kırlara git›› dedi, ‹‹oraya vardığında, hazaeli aram kralı olarak, nimşi oğlu yehuyu İsrail kralı olarak, avel-meholalı Şafatın oğlu elişayı da kendi yerine peygamber olarak meshedeceksin.
als ich aber von der klarheit dieses lichtes nicht sehen konnte, ward ich bei der hand geleitet von denen, die mit mir waren, und kam gen damaskus.
parlayan ışığın görkeminden gözlerim görmez olduğundan, yanımdakiler elimden tutup beni Şama götürdüler.
barnabas aber nahm ihn zu sich und führte ihn zu den aposteln und erzählte ihnen, wie er auf der straße den herrn gesehen und er mit ihm geredet und wie er zu damaskus den namen jesus frei gepredigt hätte.
o zaman barnaba onu alıp elçilere götürdü. onlara, saulun Şam yolunda rabbi nasıl gördüğünü, rabbin de onunla konuştuğunu, Şamda ise onun İsa adını nasıl korkusuzca duyurduğunu anlattı.
aber die grenze gegen morgen sollt ihr messen zwischen hauran und damaskus und zwischen gilead und dem lande israel, am jordan hinab bis an das meer gegen morgen. das soll die grenze gegen morgen sein.
‹‹doğuda sınır havranla Şam arasında gilatı İsrailden ayıran Şeria irmağı boyunca lut gölüne ve tamara dek uzanacakfö. doğu sınırı bu olacak. masoretik metin ‹‹lut gölüne dek ölçeceksiniz››.
vor zwei jahren traten wir raus in die sonne von damaskus und in meinem san francisco-pulli wurde mir richtig warm. da ist mir erst aufgefallen, wie kalt es die zeit unter tage gewesen war.
İki yıl önce Şam'da güneşe çıkmıştık ve san francisco tişörtümle ısınmaya başlarken yer altındaki son birkaç günün ne kadar soğuk geçmiş olduğunu farkettim.
es war aber ein jünger zu damaskus mit namen ananias; zu dem sprach der herr im gesicht: ananias! und er sprach: hier bin ich, herr.
Şamda hananya adında bir İsa öğrencisi vardı. bir görümde rab ona, ‹‹hananya!›› diye seslendi. ‹‹buradayım, ya rab›› dedi hananya.
da nahm asa alles silber und gold, das übrig war im schatz des hauses des herrn und im schatz des hauses des königs, und gab's in seiner knechte hände und sandte sie zu benhadad, dem sohn tabrimmons, des sohnes hesjons, dem könig zu syrien, der zu damaskus wohnte, und ließ ihm sagen:
bunun üzerine asa, Şamda oturan hezyon oğlu tavrimmon oğlu aram kralı ben-hadata, rabbin tapınağının ve sarayın hazinelerindeki bütün altın ve gümüşü görevlileri aracılığıyla şu haberle birlikte gönderdi: