Usted buscó: i'll put my life on the line!! (Inglés - Turco)

i'll put some salt on the meat.
ete biraz tuz koyacağım.

i put my coat on the table.
ceketimi masanın üzerine koydum.

i'll put my passport back in the safe.
pasaportumu kasaya geri koyacağım.

i have tom on the line.
tom'a telefonda sahibim.

on the line
çizgi üzerinde

i'd bet my life on it.
ben hayatımı bahis ediyorum.

laying it on the line,
hat üzerine döşeme,

so if i going to be asked to put my life on the line, then front me the cash, man."
eğer hayatımı peşinen ortaya koyacaksam, sen de parayı önüme koy adamım"

as i say, there're two things on the line here.
dediğim gibi sırada 2 tane iş var.

she hung the washing on the line.
Çamaşırları ipe astı.

kosovo's roma: life on the streets
kosova’nın romanları: sokaklarda yaşam

and we put everything on the line to make that stuff happen.
Üstelik başarmak için her şeyi riske atarız.

i put my two year-old on the slide; he went frrmrmm! he took off.
oğlumu kaydırağa koydum; o da fırrrrrrr! fırladı.

and in this case i might decide i'm going to put -- i'll put mouths on the limbs.
bu kez kollara -- ağız takmaya karar verebilirim.

a woman was hanging the washing on the line.
bir kadın çamaşırı ipe asıyordu.

many families left to make a new life on the frontier.
birçok aile sınırda yeni bir hayat kurmak için ayrıldı.

wherefore do i take my flesh in my teeth, and put my life in mine hand?
canım zora düşecekse düşsün.

many families went west to make a new life on the frontier.
Çok sayıda aile sınırda yeni bir hayat kurmak için batıya gitti.

in 1979 i had a chance to put my footprints on the ocean floor while using this personal submersible called jim.
1979'da, ben de kendi ayak izlerimi okyanus tabanına bırakma şansını elde ettim. jim adını verdiğimiz bu kişisel denizaltı aracını kullanıyordum.

the guy's voice comes back on the line, "okay, now what?"
elemanın konuşmaya devam eder ve, ''tamam, şimdi ne yapıyoruz?''der.