Da traduttori professionisti, imprese, pagine web e archivi di traduzione disponibili gratuitamente al pubblico.
contro di lui marciò nabucodònosor re di babilonia, che lo legò con catene di bronzo per deportarlo in babilonia
yehoyakime saldıran babil kralı nebukadnessar babile götürmek için onu tunç zincirlerle bağladı.
all'angelo della chiesa di tiàtira scrivi: e i piedi simili a bronzo splendente
‹‹tiyatiradaki kilisenin meleğine yaz. gözleri alev alev yanan ateşe, ayakları parlak tunca benzeyen tanrının oğlu şöyle diyor:
alzai ancora gli occhi per osservare ed ecco quattro carri uscire in mezzo a due montagne e le montagne erano di bronzo
yine gözlerimi kaldırıp baktım, iki tunç dağın arasından çıkıp gelen dört savaş arabası gördüm.
aveva in testa un elmo di bronzo ed era rivestito di una corazza a piastre, il cui peso era di cinquemila sicli di bronzo
başına tunç miğfer takmış, pullu bir zırh kuşanmıştı. tunç zırhın ağırlığı beş bin şekeldi.
essi presero ancora le caldaie, le palette, i coltelli, le coppe e tutte le suppellettili di bronzo che servivano al culto
tapınak törenlerinde kullanılan kovaları, kürekleri, fitil maşalarını, tabakları, bütün tunç eşyaları aldılar.
così dice il signore degli eserciti riguardo alle colonne, al mare di bronzo, alle basi e al resto degli arredi che sono ancora in questa citt
‹‹Çünkü babil kralı nebukadnessar yahuda kralı yehoyakim oğlu yehoyakini yahuda ve yeruşalim soylularıyla birlikte yeruşalimden babile sürdüğünde alıp götürmediği sütunlar, havuz, ayaklıklar ve kentte kalan öbür eşyalar için her Şeye egemen rab şöyle diyor.
dopo di te sorgerà un altro regno, inferiore al tuo; poi un terzo regno, quello di bronzo, che dominerà su tutta la terra
senden sonra senden daha aşağı durumda başka bir krallık çıkacak. sonra bütün dünyada egemenlik sürecek tunçtan üçüncü bir krallık çıkacak.
ed ecco oggi io faccio di te come una fortezza, come un muro di bronzo contro tutto il paese, contro i re di giuda e i suoi capi, contro i suoi sacerdoti e il popolo del paese
İşte, bütün ülkeye -yahuda krallarına, önderlerine, kâhinlerine, ülke halkına- karşı bugün seni surlu bir kent, demir bir direk, tunç bir duvar kıldım.
allora il signore mandò contro di loro i capi dell'esercito del re assiro; essi presero manàsse con uncini, lo legarono con catene di bronzo e lo condussero in babilonia
bunun üzerine rab asur kralının ordu komutanlarını onların üzerine gönderdi. manaşşeyi tutsak alıp burnuna çengel taktılar; tunç zincirlerle bağlayıp babile götürdüler.
egli eliminò le alture e frantumò le stele, abbattè il palo sacro e fece a pezzi il serpente di bronzo, eretto da mosè; difatti fino a quel tempo gli israeliti gli bruciavano incenso e lo chiamavano necustan
alışılagelen tapınma yerlerini kaldırdı, dikili taşları, aşera putlarını parçaladı. musanın yapmış olduğu nehuştan adındaki tunç yılanı da parçaladı. Çünkü İsrailliler o güne kadar ona buhur yakıyorlardı.
... figlio di gheber, in ramot di gàlaad; a lui appartenevano i villaggi di iair figlio di manàsse in gàlaad, il distretto di argob in basan, sessanta grandi città con mura e spranghe di bronzo
ramot-gilat, gilatta manaşşe oğlu yairin yerleşim birimleri ve başandaki argov yöresinde surlar ve tunç sürgülerle güçlendirilmiş altmış büyük kentin başında ben-gever;
il suo corpo somigliava a topazio, la sua faccia aveva l'aspetto della folgore, i suoi occhi erano come fiamme di fuoco, le sue braccia e le gambe somigliavano a bronzo lucente e il suono delle sue parole pareva il clamore di una moltitudine
bedeni sarı yakut gibiydi. yüzü şimşek gibi parlıyordu. gözleri alevli meşalelere benziyordu. kollarıyla bacakları cilalı tunç gibi parlıyor, sesi büyük bir kalabalığın çıkardığı gürültüyü andırıyordu.