Profesyonel çevirmenler, işletmeler, web sayfaları ve erişimin serbest olduğu çeviri havuzlarından.
mais, pendant une nuit, les disciples le prirent, et le descendirent par la muraille, dans une corbeille.
ama saulun öğrencileri geceleyin kendisini aldılar, kentin surlarından sarkıttıkları bir küfe içinde aşağı indirdiler.
les enfants d`israël entrèrent au milieu de la mer à sec, et les eaux formaient comme une muraille à leur droite et à leur gauche.
İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçtiler. sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturdu.
cependant juda disait: les forces manquent à ceux qui portent les fardeaux, et les décombres sont considérables; nous ne pourrons pas bâtir la muraille.
o sırada yahudalılar, ‹‹yük taşıyanların gücü tükendi›› dediler, ‹‹o kadar moloz var ki, artık surların onarımını sürdüremiyoruz.››
ceux qui bâtissaient la muraille, et ceux qui portaient ou chargeaient les fardeaux, travaillaient d`une main et tenaient une arme de l`autre;
duvarcılar, yükleri taşıyanlar, yükleyenler bir eliyle çalışıyor, bir eliyle silah tutuyordu.
david était assis entre les deux portes. la sentinelle alla sur le toit de la porte vers la muraille; elle leva les yeux et regarda. et voici, un homme courait tout seul.
davut kentin iç ve dış kapıları arasında oturuyordu. nöbetçi surun yanındaki kapının tepesine çıktı. Çevreye göz gezdirince, tek başına koşan birini gördü.
c`est pourquoi je plaçai, dans les enfoncements derrière la muraille et sur des terrains secs, le peuple par familles, tous avec leurs épées, leurs lances et leurs arcs.
bu yüzden, surların en alçak yerlerinin arkasına, tamamlanmamış yerlere, çeşitli boylardan kılıçlı, mızraklı, yaylı adamlar yerleştirdim.
elle avait une grande et haute muraille. elle avait douze portes, et sur les portes douze anges, et des noms écrits, ceux des douze tribus des fils d`israël:
büyük ve yüksek surları ve on iki kapısı vardı. kapıları on iki melek bekliyordu. kapıların üzerine İsrailoğullarının on iki oymağının adları yazılmıştı.