Je was op zoek naar: affluence (Engels - Turks)

live in affluence.
bolluk içinde yaşayın.

* "challenge to affluence.
* challenge to affluence.

and the affluence wherein they rejoiced!
ne bağlar, bahçeler, ne pınarlar, ne çiftlikler... ne güzel güzel konaklar, ne makamlar, içinde zevk-u safa sürdükleri ne nimetler!...

indeed they were, before that, indulging in affluence,
bundan önce onlar konfor içinde şımarmışlardı.

the affluence of those days however, rested on shaky ground.
ancak o günlerin bolluğu sağlam bir temele sahip değildi.

"sweden's development from poverty to affluence 1750–1970".
"sweden's development from poverty to affluence 1750–1970".

and how many a town did we destroy whose inhabitants exulted on account of their affluence.
biz refah içinde şımarmış nice kenti helak ettik.

let not the free disposal (and affluence) of the disbelievers throughout the land deceive you.
hakkı inkâr edenlerin diyar diyar, refah içinde gezip durmaları sakın seni aldatmasın.

how many townships have we destroyed where the people had become arrogant on account of their affluence?
biz refah içinde şımarmış nice kenti helak ettik. İşte şunlar, onların meskenleri, onlardan sonra oralarda pek az oturuldu.

that is, impact is generated by people, what they consume in their affluence, and how it is produced.
yani etki, insanlar tarafından, onlar refah içinde iken tükettiğinden ve nasıl üretildiğinden oluşuyor.

along with others in the former yugoslavia, citizens of montenegro lived in relative affluence at the time the berlin wall fell.
eskş yugoslavya'daki diğer insanlarla birlikte, karadağ vatandaşları da berlin duvarı'nın yıkıldığı dönemde nispeten bolluk içinde yaşıyorlardı.

let the affluent man spend out of his affluence, and let he whose provision has been tightened spend out of what allah has given him.
geniş imkâna sahip olan bu geniş imkânından harcasın. rızkı kendisine ölçü ile verilmiş olan da allah'ın kendisine verdiğinden infak etsin.

those of you who have affluence and means should not refuse to give to the relatives, and the needy, and the emigrants for the sake of god.
sizden mal ve imkana sahip olanlar, akrabalara, yoksullara ve allah yolunda göç edenlere vermemek için yemin etmesinler.

they were stronger than they in power and they brake up the earth and they inhabited it with greater affluence than these have inhabited it, and their apostles came unto them with evidences.
ki onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler, yeryüzünü kazıp alt üst ederek onlardan çok imar etmiş kimseydiler ve onlara belgelerle peygamberler gelmişti.

and i began to think about what i call the "stewardship of affluence" and the "stewardship of influence."
ve servet koruyuculuğu , etki koruyuculuğu olarak adlandırdığım şey hakkında düşünmeye başladım.

and let not the owners of affluence and amplitude among you swear off from giving unto the kindred and the needy and the emigrants in the way of allah; let them pardon and overlook.
sizden mal ve imkana sahip olanlar, akrabalara, yoksullara ve allah yolunda göç edenlere vermemek için yemin etmesinler. affetsinler, geçsinler.

if any one of you do not have the affluence to be able marry free believing women, (let him marry) from among the believing women that your right hand owns.
sizden eşraftan olan hür mümin kadınlarla evlenecek servet ve gücü bulunmayanlar, ellerinizin altında olan mümin cariyelerle evlenebilirler.allah sizin kadr-u kıymetinizi imanınızla bilir.

so it turns out that in emerging markets, where the fish are, are the emerging middle class of these countries -- diseases of affluence: heart disease, infertility.
sonra yeni oluşan müşterilerin yoğun olduğu piyasaların bu ülkelerin yeni oluşan orta sınıfı olduğu ortaya çıktı -- toplumdaki refahla bağlantılı olan hastalıklar: kalp hastalığı, kısırlık

according to paul and anne ehrlich and a well-known environmental impact equation, impact -- a bad thing -- is the product of population, affluence and technology.
paul ve anne ehrlich'e ve iyi bilinen bir çevresel etki denklemine göre, etki -- kötü bir şey -- nüfusun, refahın ve teknolojinin bir ürünüdür.

let the affluent man spend out of his affluence, and let he whose provision has been tightened spend out of what allah has given him. allah does not task any soul except [according to] what he has given it.
varlıklı olan kimse, nafakayı varlığına göre versin; rızkı ancak kendisine yetecek kadar verilmiş olan kimse, allah'ın kendisine verdiğinden versin; allah kimseye, verdiği rızkı aşan bir yük yüklemez.