Sie suchten nach: redest (Deutsch - Türkisch)

was redest du
amina chackdum

du redest wie meine oma.
anneannem gibi konuşuyorsun.

zu wem redest du? und wes odem geht von dir aus?
senin ağzından konuşan ruh kimin?

du hast die furcht fahren lassen und redest verächtlich vor gott.
tanrının huzurunda düşünmeyi engelliyorsun.

du redest gerne alles, was zu verderben dient, mit falscher zunge.
her yıkıcı sözü seversin.

du redest lieber böses denn gutes, und falsches denn rechtes. (sela.
doğru konuşmaktan çok yalanı seversin. |isela

du sitzest und redest wider deinen bruder; deiner mutter sohn verleumdest du.
annenin oğluna kara çalarsın.

sprechen zu ihm seine jünger: siehe, nun redest du frei heraus und sagst kein sprichwort.
Öğrencileri, ‹‹İşte, şimdi açıkça konuşuyorsun, hiç örnek kullanmıyorsun›› dediler.

er (pharao) sagte: "so bringe es, wenn du die wahrheit redest!"
(fir'avn): "eğer doğrulardansan onu getir (bakalım)," dedi.

siehe, wenn du noch da bist und mit dem könig redest, will ich dir nach hineinkommen und vollends deine worte ausreden.
sen kralla konuşmanı bitirmeden ben içeri girip sözlerini doğrulayacağım.››

jesus antwortete: redest du das von dir selbst, oder haben's dir andere von mir gesagt?
İsa şöyle karşılık verdi: ‹‹bunu kendiliğinden mi söylüyorsun, yoksa başkaları mı sana söyledi?››

willst du denn ewiglich zürnen und nicht vom grimm lassen?" siehe, so redest du, und tust böses und lässest dir nicht steuern.
ama elinden gelen her kötülüğü yapıyorsun.››

jedoch die antwort seines volkes waren nur die worte: "bringe allahs strafe über uns, wenn du die wahrheit redest."
bunun üzerine kavminin cevabı yalnızca: "eğer doğru söylüyor isen, bize allah'ın azabını getir" demek oldu.

und sie fragten ihn und sprachen: meister, wir wissen, daß du aufrichtig redest und lehrest und achtest keines menschen ansehen, sondern du lehrest den weg gottes recht.
muhbirler ona, ‹‹Öğretmenimiz, senin doğru olanı söyleyip öğrettiğini, insanlar arasında ayrım yapmaksızın tanrı yolunu dürüstçe öğrettiğini biliyoruz. sezara vergi vermemiz kutsal yasaya uygun mu, değil mi?›› diye sordular.

(-) der könig sprach zu ihm: was redest du noch weiter von deinem dinge? ich habe es gesagt: du und ziba teilt den acker miteinander.
kral, ‹‹İşlerin hakkında daha fazla konuşmana gerek yok›› dedi, ‹‹sen ve siva toprakları paylaşın diye buyruk veriyorum.››

da sprach pilatus zu ihm: redest du nicht mit mir? weißt du nicht, daß ich macht habe, dich zu kreuzigen, und macht habe, dich loszugeben?
pilatus, ‹‹benimle konuşmayacak mısın?›› dedi. ‹‹seni salıvermeye de, çarmıha germeye de yetkim olduğunu bilmiyor musun?››

vergeht ihr euch tatsächlich an männern und macht die wege unsicher? und bei euren versammlungen begeht ihr abscheuliches!" jedoch die antwort seines volkes waren nur die worte: "bringe allahs strafe über uns, wenn du die wahrheit redest."
allah'ın bu uyarmasından sonrasiz hâlâ şehvetle erkeklere varacak,yolu kesecekve toplantılarınızda edepsizlik yapmaya devam edecek misiniz?”halkının ona cevabı şundan ibaret oldu:“doğru söylüyorsan bizi tehdit ettiğin, allah’ın o azabını getir de görelim!”